28 Mart 2017 Salı

MASAL

Bir varmış,
Bir yokmuş...
Evvel zaman içindeymiş ama öyle de çok evveli değilmiş,
Bir anne varmış, iki oğlu olan,
Tek isteği çocuklarının hayal gücünün çok geniş olmasıymış.
Onlarla tiyatrolara gidermiş ve oyunlar oynarmış;
Onlara kitaplar alırmış ve masallar anlatır dururmuş.

Ama ona hiç masal anlatanı olmamış ki çocukluğunda,
Masal nasıl anlatılır nereden bilsin ki bu anne?
Daha güzel nasıl anlatırım diye de kafa yorar dururmuş bu nedenle...

Bir gün, bir ilan geçmiş eline;
"Masal Şatosunda, Masallar Dinlemeye"
Çok ama çok heyecanlanmış bu işe.
Varsın olsun uzakta bir Şato da olsa
Masallar için yollar da gidilir, dağlar da aşılır, denizler de geçilir nasıl olsa...

Hazırlanmışlar bir nefeste, yola koyulmuşlar hevesle...
Az gitmişler,
Uz gitmişler...
Trafik - arabalı vapur - tepe - dere düz gitmişler...
Her ne olmuşsa olmuş, önce en küçükleri hastalanmış,
Tam yollarının sonuna vardık demişler ki,
Küçükten biraz daha büyük olan da hasta oluvermiş.
Kusmuş da kusmuş...
Arabanın içi, eşyaları, montları her şey ama her şey bir kusmuk denizinin içinde kalmış.
Allah'tan kalacakları yere çok yakınmışlar da, kendileri de bu kusmuk denizinden canlarını zor kurtarabilmiş.
O geceden sabahı hastanede karşılamışlar.

Ama ne olmuşsa olmuştu
Yine de sabah olmuştu ve yeni bir gün daha doğmuştu ya
Uykusuzluk, yorgunluk kaç yazar?
Hemen Masal Şatosunda almışlar soluklarını almasına da
Ama en miniğin bir büyüğü o kadar yorgunmuş ki,
Masalları kah annenin omzunda tek gözü açık
Kah annenin kucağında gözleri kapalı dinlemeye çalışmış.
Çalışmış ama bir şey de anlayamamış doğrusu.
O anlamayınca ne kardeş, ne anne ne de baba anlayabilmiş bir şeyler.

Bu böyle olmayacak, hadi eve dönelim demiş anne...
Hayalleri yarım,
Çocukları hasta...
Üzüntüden midir yoksa mikrobik mi bilinmez anne de hasta oluvermiş dönüş yolunda.
Yol boyunca kıvrım kıvrım kıvranmış,
Kusup kusup durmuş...

Yine az gitmişler, uz gitmişler,
Zar zor evlerine varmışlar gecenin bir yarısı,
Hepsi atmış yorgun bedenlerini, tatlı uykunun kucağına,
Sabah olmuş, bir bakmışlar ki baba da hasta..
Kıvrım kıvrım kıvranıyor,
Kusup kusup duruyor..

Ev halkı şaşıp kalmış bu işe,
Hepsi  yorgun hepsi biraz üzgünmüş ama
Sonra oturup düşününce gülmüşler hallerine..

"Masal dinlemeye taaa uzaklara gidelim dedik,
Ama masal, biz olmuşuz, bilemedik..:)"

Yıldız / 25.03.2017 / Eskişehir


17 Mart 2017 Cuma

SAĞANAK YAĞMUR

Yıl 1997, üniversitede 2. yılım. Eylül sonu açıldı okulumuz. Yolum uzun; otobüs, vapur ve tramvay. O gün de tıpkı bu sabahki gibi deli bir yağmur vardı, İstanbul'da. Tramvaydan "üniversite" durağında inip de, fakülteye kadar yürüyünceye kadar, ki şemsiyem var yanımdan hiç ayırmadığım, kafam hariç her yerim ıslandı. Kot pantolonumda ıslanmadık toplu iğne kafası kadar bile kuruluk yoktu. Ayaklarım su, kot montum da suyu zaten çoktan buluşturmuştu tenimle... Fakültenin kapısındaki güvenlikten geçtim, derin bir nefes aldım. En azından, kendimi kuru bir yere atmış olmanın vermiş olduğu huzur ile bir iki adım attım ki...

Devam etmeden önce İstanbul Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakülte binasını biraz anlatmam gerekir. Girişten 3-5 adım ilerleyince oldukça geniş bir alan karşılar sizi, tavan çok yüksektir. Sağ ve sol taraflarda iki geniş koridoru vardır ve giriş katındaki tüm amfiler bu koridorlara açılır. Koridorların, bu geniş alanla buluştuğu noktalardan aşağı kata merdivenler vardır ve alt katta da diğer amfiler, tuvaletler ve kantin bulunur. Bahsettiğim girişin ve koridorun çatısı yarı-cam idi. O sene çatıda bir tadilat yapılması gerekmiş ama koskoca bir yaz geçmiş olmasına rağmen yapılmamış, okulların açılıp sonbahar yağmurlarının gelmesi beklenmiş.

Şimdi kaldığım yerden devam edebilirim. İçimde bir huzur ile bir iki attım ki, ne göreyim o deli yağmur okulun içinde de yağıyor, çatı olmadığından. Tabi aşağı kata inen merdivenler doğal şelalelere dönüşmüştü. Okul çalışanlarının ayaklarında sarı uzun çizmeler, gelenlere geri dönün, gidin, okullar tatil diye uyarıyordu.

Sonuçta okul tam açılamadan 1 hafta tatil olmuştu ve ben kuruyamadan dönüş yolunu tutmuştum; tramvay - vapur - otobüs...

Eve döndüğümde hala ıpıslaktım ama hiç hasta olmadım. O günlerde çok kızmıştım ama şimdi bugünden bakınca, hatırladıkça, anlattıkça gülüyorum ve insan özler mi eziyet çektiği günleri,vallahi de özlüyorum...:)

Bugün çocuklarla okula giderken, şemsiyelerimiz olmasına rağmen ıslandık yine...

Yine o gün geldi aklıma, yine güldüm halime...:)

"Ey Yağmurum!" dedim
"Sen nasıl bir şeysin böyle?
"Hem bereketim,
"Hem neşensim gönlüme..."

Yıldız / Mart / 2017

2 Şubat 2017 Perşembe

HAYAT AĞACI

Bir ormanda olduğunu düşle. Aylardan Şubat olsun. Güneş tepede tüm parlaklığı ve ihtişamı ile duruyor, gökyüzü bulutsuz ve net. Hava oldukça serin ama bir o kadar da temiz. Her nefes alışında, ciğerlerin bu temiz havayla doldukça içini hiç olmadığı bir tazelik kaplıyor. Yavaş yavaş geriniyor ve gevşiyorsun. Uzun süredir sabit kalmışlığının kaslarında yarattığı etki, güneşi gören kar gibi yavaş yavaş kayboluyor.

Kafan bomboş şimdi. Yaprakları dökülmüş ağaçların altında usul usul yürüyorsun. Güneş, çıplak dalların arasında küçük dokunuşlar yapıyor, yüzüne, gözüne, ellerine... Hoşuna gidiyor bu nezaket. Kafanı kaldırıp gökyüzüne gözlerini kırpıştırarak selam veriyorsun, gülümseyerek...

Ayaklarının altında toprak, yer yer çamur yer yer kuru halde, kuru dallar ve tam çürümemiş kahverengi yapraklar... Ayaklarının altındaki bu hakim kahverengiliğe inat, yemyeşil narin dallarını uzatmış minik hayatlar olduğunu da fark ediyorsun. Eğilip yakından bakmak istiyorsun. Burnun taze yeşile değene kadar yaklaşıyorsun. Bu canlılığa hayret edip, ona da bir "merhaba" diyorsun, gülümseyerek...

Doğruluyorsun yeniden ve etrafına dikkatlice bakarak devam ediyorsun yürümeye. Aklın yerdeki tazecik yeşil hayatlarda. Tüm kuru kahverengilerin arasında, nasıl bir cesaretle başkaldırdıklarını, soruyorsun kendine. İçine koca bir cesaret doluyor birden, şaşırıyorsun. Adımlarını daha emin atıyorsun, omuzların daha dik, gülümsemen daha içten şimdi...

Açık bir alana varıyorsun şimdi. Tam karşında kocaman bir ağaç, kışa inat yemyeşil dalları. Şimdiye kadar gördüğün tüm ağaçlardan çok farklı; hem çok tanıdık hem çok yabancı aslında.. Kim bilir kaç yolculuk geçirdin bu ormanda ama bu ağaca ilk kez rastlıyorsun. Yolun mu farklıydı bugün yoksa sen mi değişmiştin, karar veremiyorsun ama ağacın büyüklüğüne baktıkça, belki de bu ormandaki en yaşlı ağaçtır diyorsun kendine... Ama en canlısı, en yeşili, en büyüğü, en göz alıcısı, en gösterişlisi, bekli de en korkutucusu...

Yavaş yavaş ona yaklaşıyorsun. Giderek daha da büyüyor ağaç. Dalları hafif rüzgarla dans ediyor ve sanki sana bir şeyler söylüyor...

"Beni gör!" mü diyor, diye geçiriyorsun içinden. Ama zaten kocamansın, görmemek mümkün değil ki, diye düşünüyorsun. Adımların hızlanıyor. İçindeki merak giderek artıyor. Her adımda aklındaki sorular çoğalıyor; bu ne ağacı, nasıl bu kadar canlı, ben neden şimdiye kadar fark etmedim, bana bir şey mi anlatmaya çalışıyor?...

Biraz önceki cesaretinin üzerine, minik gri korku bulutları geliyor gibi. Şimdi tam ağacın altında, gövdesinin hemen yanı başındasın. Elini yavaşça kaldırıp, parmaklarınla usulca gövdesine dokunuyorsun, gerçekliğini kontrol etmek istercesine. Kafanı kaldırıp göğe ulaşan uçsuz bucaksız dallarına bakıyorsun. Rüzgarla ahenkle dans eden dalları, birden sana dokunuyor. O anda bir irkilme ile sarsılıyorsun.

-Korkma, diyor..
-Beni gör sadece...

Sana dokunan dalları, iyice sarıyor seni. "Ben bir hayat ağacıyım, içinden ne geçerse gerçek yaparım." diye fısıldıyor, kulağına..

Korkudan iyice titremeye başlıyorsun. İçinden "Hadi biraz cesaret, bu kadar korkacak ne var?" diye geçirir geçirmez müthiş bir cesaret doluveriyor ruhuna. Şaşırıyorsun ama çok da hoşuna gidiyor.

"Çok da üşüdüm aslında. Şöyle sıcak bişeyler olsa..." hayalı kurarken en sevdiğin kıvamda hafif sütlü, taptaze kokusuyla sıcak bir fincan kahve beliriyor parmaklarının arasında. Bir yudum alıyorsun ve tüm damarlarına kanın yeniden hücum ettiğini hissediyorsun.

Şaşkınlık hiç bırakmıyor seni tabi. Aklından geçenlere de hükmedemiyorsun bir türlü. "Acaba bu koca ağaçta bir yılan var mıdır?" diye düşünecek oluyorsun ki, - Tıssssss, diye bir ses geliyor kafanın arkasından sol kulağına ve biraz önceki cesaret bir anda yerini korkuya bırakıyor.

Düşüncelerinin seni bu şekilde yönetmesine ve sürekli gel-gitler yaşatmasına artık bir dur demen gerektiğini anlıyorsun o an. Çünkü burada, bu hayat ağacının dalları arasında aklından ne geçiyorsa o oluveriyordu işte...

Kahvendeki son yudumu da içip, bir süreliğine gözlerini kapatıyorsun. Bir anda bir sakinlik sarıyor ruhunu ve bedenini. Kendinden eminsin, ne istediğini biliyorsun çünkü. Aklın, ruhun ve kalbin eşit artık. Hepsinin söz hakkı var içinde artık.

Gözlerini aralayıp etrafına baktığında ne yılanı, ne elindeki fincanı ne de seni saran koca ağacı görebiliyorsun şimdi. Ormanın içinde küçük bir açıklık içindesin  ve etrafında aşina olduğun ağaçlar sadece. Artık Hayat Ağacını göremiyorsun ama varlığını hissedebiliyorsun içinde, en derininde. Ve sen iyi istersen iyi, kötü istersen kötü oluveriyor her şey...

"Aklıma hakim olmalı ve hep iyi düşünmeliyim." diye tekrarlıyorsun kendi kendine. İyi düşünmeyi bil, gerisini hayat hallediyor zaten.

"Arada bir kötü şeyler de olsa, bil ki daha büyük bir iyiliğin habercisidir bu. Sadece gör!"

Yıldız / 2.2.17

(Fotoğraf  CATHARINE MACBRIDE)

1 Şubat 2017 Çarşamba

ŞUBAT

Şubat ayı aşk ayıdır,
Sevmeyi ve aşkı hatırlatır bana;
Etrafımızda giderek artan kırmızı objeler, kalpler ve ışıklar...
Sevmeye ve sevilmeye en çok ihtiyacımız olan şu zamanda,
Önce kendimizi sevmekle başlayalım işe...
Bu ay her gün kendimizi şımartalım mesela;
Kendimize bir kahve ısmarlayıp, kendimizle sohbet ederek içelim.
Kendimize güzel bir kitap hediye edelim, bir şiir kitabı olabilir, mesela Cemal Süreya ve tüm şiirleri kendimize okuyalım.
Hava ne kadar soğuk da olsa, doğanın kucağında kısa yürüyüşler yapalım,
Temiz hava ile aklımızı da gönlümüzü de temizleyelim.
Kendimiz için kalplı, tarçın kokulu kurabiyeler pişirelim.
Yani ne yaparsak önce kendimiz için yapalım bu ay, sonra sevdiklerimize...
Kendimizi daha yakından tanıyalım, gerçekten neler istediğimize, bizi nelerin mutlu ettiğine bakalım.
Çünkü biz mutluysak, sevdiklerimizi de mutlu ederiz, çocuklarımızı da umutlu yetiştiririz.
"Yaratılanı severim, Yaratan'dan ötürü.." deriz ya. İşte o yaratılan ta kendimimiz, önce kendimizi sevelim ki, diğerlerini de gerçekten sevebiliriz.

Bol sevgi dolu, bol mutluluk dolu bir Şubat olması dileğiyle..

İyi Şubatlar..:)

Yıldız / 1.2.17






.

19 Ocak 2017 Perşembe

PAYLAŞIM

"Yaratıcılık bulaşıcıdır, bulaştır!"... Albert Einstein

Geçenlerde Antalya'ya gitmiştik günü birlik. Ne kadar soğuk olabilirdi ki? Doğrusu kuru bir soğuğu da varmış, tattım..:)

Meşhur bir köfte -piyazcı varmış orada. Gidip tatmadan olmaz dedik. Piyazı gerçekten değişik, tayinli, sıcak falan... Çok tatlı ve yardımsever bir garsonu vardı. Çok yardımcı oldu bize, gerçek bir esnaf. Sonra kurulan samimiyete güvenerek şu piyazın tarifini isteyeyim dedim. Bi de ne desin; piyazı patronları yapıyormuş, o piyaz yaparken herkesi mutfaktan çıkarıp, bütün kamera kayıtlarını da kapatıyormuş...! Biz şok olduk tabi bu duyduklarımız karşısında ama çok da güldük...:) Adamcağız devlet sırrı gibi saklıyormuş. İnternet sitesinde tarifi yayınlamış ama yaparken bu kadar saklanıyorsa, netteki tarif gerçek tarif olamaz sanırım..:)

Bildiğini paylaşmayan insanları oldum olası sevmem. Bırak öğrensin herkes, ama sen sevgini kat emeğini kat, eminim en lezzetlisi yine seninki olur.

Doğaya bir bakın! Orada müthiş bir denge ve uyum var. Rüzgarlar, yağmurlar, kuşlar, arılar, böcekler... Hepsi çiçeklerin tohumlarını bir yerden diğer yerlere taşıyor. Gittiği yeni yerlerde o yerin koşuluna göre yeniden şekilleniyor, hayat buluyor bu tohumlar. Doğa çeşitleniyor, zenginleşiyor, güzelleşiyor. Bencillik yok, paylaşım var, israf yok, iş bölümü ve müthiş bir uyum var...

Madem doğal olanı bu, biz de bildiğimiz güzel şeyleri paylaşmaktan çekinmeyelim. Gülmek nasıl bulaşıcı bir şeyse, bilgi de yaratıcılık da iyilik de bulaşıcıdır.

Ben bugün çok umutluyum mesela, nedeni yok ama, içimden geliyor. Sizinle paylaşmak istedim. Siz de umutlu olun, inanın, günümüz güzel geçecek..:)

Siz de elinizde güzel olan her ne ise paylaşın; bilgiyi, tecrübeyi, gülmeyi, sevgiyi, ekmeği.. Doğa gibi paylaştıkça çeşitlenelim, zenginleşelim ve güzelleşelim biz de...:)


Yıldız / 19.01.2017