12 Nisan 2016 Salı

Kaybolan İlhamım!

Bulanlar ancak arayanlardır!
(Mevlana)

Ben de arıyorum! Kaybolan ilhamımı arıyorum! Gören, bilen, duyan varsa insaniyet namına bir haber salsın bana. Öyle ortalıkta başıboş dolaşan bir ilham görürseniz, kesin benimkidir. Bir haftadır kendisinden haber alamıyorum. O nedenle ne yazabiliyorum ne de çizebiliyorum. Son yıllarda moda olan budanmış ağaçlar gibiyim. Tüm kollarım kesilmiş sadece kütük gibi bir gövde ile kalakalmış gibiyim.

Onu bulabilmek adına, en sonunda çocuk çombalak İzmir - Alaçatı'ya gitmek için bir tura yazıldık. Dediler ki Ot Festivali var. Belki kurulan standlarda, çeşitli otların arasında, Alaçatı'nın dar ama sevimli, sanat dolu, yaratıcılık dolu sokaklarında ya da Çeşmeli kadınların yapıp sergilediği leziz yöresel tadların arasındadır, kaybolan yaramaz ilhamım!

Tamam o halde, hazırlanın gidiyoruz, dedim ev halkına. Aslında bu tura katılmadan önce bir çok başka tur firmalarıyla görüşmüştüm. Nedense çocuklarımdan birinin 1,5 yaşında olduğunu söyleyince, kabul etmemişlerdi bizi. Nedenini turun içinde bizzat yaşayarak öğrenmek varmış kaderimde...

Düşünmüştüm ki, otobüsle geze geze, oynaya güle gider; belki de yollarda, hiç beklemediğim bir yerde bulurdum aradığımı. Tabi bazen işler planlanıldığı gibi tıkır tıkır yürümüyor. Aksilikler bir başlayınca ardı arkası kesilmiyor. Bir yandan 1,5'luk kuzuyu rahat ettir, diğer yandan 6,5'luk kuzuyu ihmal etme, öte yandan otobüstekilere rahatsızlık verme!

Otobüstekiler! %90'nı 60 yaş üstü, özgür mü özgür, bol çene, en ufak bir şeyden memnuniyetsizliklerini umarsızca gösterebilen kadınlar. Ben onların enerjilerini gördükçe kendimden utandım. Sanki onlar gencecik, körpecik; sanki bende yaş 80 üstü... Onlar kendi aralarında kıkırdayıp, güldükçe, ben - çııkkkk çıııkkkk, çektim içimden. Sonra da güldüm bu halime. Yakın bir tarihe kadar, bana -çıııkkkk çıııkkkk çekilirken, şimdi de ben çeker olmuştum.

Neyse ki, sabah olunca ilk olarak otele gidilecek ya, önce bir güzel dinlenir, yol yorgunluğunu atınca arama çalışmalarıma başlayabilirim, diye düşünüp olumlandırmalar yaparken; rehberimiz en gür sesiyle tur programında değişiklik yaptığını otele akşama giriş yapacağımızı, bu arada bol bol gezeceğimizi söyledi!

Tabi minik kuzum dayanamadı bu tempoya ve midesindekilerin tamamını önümden, arkamdam üstüme boşalttı. Benim üstüm, onun üstü tamamen battı. Otobüstekilerin midesi de kalktı normal olarak. Kendi aralarında - Biz hiç böyle gezilere, bu kadar küçük bebekle katılmamıştık...

Sorgulayan, kızan, küçümseyen, acıyan bakışlar altında çaresiz kalmış ben. Neyse ki otobüsün içine gelmedi, hepsini üstümde tutmayı başarmıştım. Tüm otobüs İzmir saat kulesinin çevresinde fotoğraf çektirirken, biz de temizlenme telaşındaydık. Onu bulmak için çektiğim bunca eziyete rağmen, vicdansız diyeceğim artık, ilhamımdan bir iz de yoktu ortalarda. Zaten beni böyle görse, arkasını dönmeden kaçardı benden.

Gün bitiyordu ve beni ayakta tutan tek şey otele gidip temizlenip dinlenebileceğim ümidi idi. İnternetten bakmıştım, Çeşme - Ilıca'da denize sıfır, kendine ait kumsalı olan şirin bir oteldi. Şansımız dönerse, odamızdan denizi bile görebilirdik. Ben bu düşünceler içinde hafif tebessümle küçük kuzumu zaptetmeğe çalışırken, ara bir sokakta, etrafında inşaatları devam eden binaların bulunduğu bir binanın önünde durduk. Otelimiz burasıymış! Oda oldukça iç karartıcıydı ve pek de temiz değildi. Penceresinde tül yoktu eğer inşaat manzarasını görmek istemezsem kalın bordo perdeleri vardı, mecburen çektik. Cama takılması gereken tülü ise, dolap kapakları olmayan dolabın önüne asılmıştı. Ama duş alınacak bir yeri ve sıcak suyu vardı. Daha ne olsun dedim içimden...

Ertesi gün tüm olumsuzlukları geride bırakıp, yeni bir güne tazelenmiş uyandım. Bugün tekrar festival alanına gidip aramalarıma devam edecektim.

O da nesi? Festivali duyan buraya gelmiş gibi. Öyle bir kalabalık ki; ne festival için kurulmuş standları görebildim ne sevimli Alaçatı'nın taşlı yollarını ne de sokaklardaki şirin detayları. Koca bir insan seline kapıldık, aktık sadece. Benim ilham buralardaysa da zaten bu kalabalığın ayakları altında ezilmiştir...

Müthiş kalabalık, Alaçatı'nın olmazsa olmazı rüzgar ile birleşince hepimiz içmeden sarhoş olduk. Dönüş yoluna girdiğimizde bir tarafım düğün dernek kurdu diğer tarafım minik kuzumun yol boyunca neler yapabileceğini düşündükçe korktu. Neyse ki herkes sağ, otobüs tutması dışında sağlıklıydık ve er ya da geç varacaktık evimize, kazasız belasız inşallah, diyerek yol bitti 12 saatin sonunda. Gerçi bana günlerce süren bir dönüş yolu gibiydi.

Evimdeyim sonunda! Gücüm olsa ağlayıp yeri öpeceğim. Son bir enerji ile çocukları yatırdım. Yorucu geçen böyle yolculuklardan sonra - insanın evi gibisi yok - derim hep. Biz yokken 2 günde, her taraf kapalı olmasına rağmen nerden geldiğini anlamadığım tozlar bile sevimli gelir bana - tozsa benim tozum, kirse benim kirim- derim.

Gözlerimi kapatıp, derin bir nefes aldım ve verdim. Gözlerimi açtığımda ilhamım karşımda, camın önündeki tekli koltuğumda oturmuş bana bakıyordu;

- Bu kadar uzağa gitmene gerek yoktu... dedi.

Ben birşey diyemedim. Yorgunluktan mıdır, yoksa nerede bulduğumun ne önemi vardı aradığımı bulmuş olmamdan mıydı bilmiyorum. Gülümsedik birbirimize özlemle. Ona karşı kızgınlığım uçup gitmişti çoktan ve ikimizde çok iyi biliyorduk ki, yaşanılan her ne ise, olması gerektiği içindi. Şer sandığımız bile belki de hiç göremeyeceğimiz bir hayr içindi aslında. Şimdi güzel bir uyku çekme vakti idi; yeni güne, tazecik başlamak için..

Yıldız KÜÇÜKSU
10.04.2016 - İstanbul





Hiç yorum yok: