29 Mart 2016 Salı

ÖĞRENİYORUM..

Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum.
Işığı gördüm, korktum.
Ağladım.

Zamanla ışıkta yaşamayı öğrendim.
Karanlığı gördüm, korktum.
Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi...
Ağladım.

Yaşamayı öğrendim.
Doğumun, hayatın bitmeye başladığı an olduğunu;
aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar olduğunu
öğrendim.

Zamanı öğrendim.
Yarıştım onunla...
Zamanla yarışılmayacağını,
zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim...

İnsanı öğrendim.
Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu...
Sonra da her insanin içinde
iyilik ve kötülük bulunduğunu öğrendim.

Sevmeyi öğrendim.
Sonra güvenmeyi...
Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu,
sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunu
öğrendim.

İnsan tenini öğrendim.
Sonra tenin altında bir ruh bulunduğunu...
Sonra da ruhun aslında tenin üstünde olduğunu öğrendim.

Evreni öğrendim.
Sonra evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim.
Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevreni aydınlatabilmek
Gerektiğini öğrendim.

Ekmeği öğrendim.
Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini.
Sonra da ekmeği hakça üleşmenin, bolca üretmek kadar
önemli olduğunu öğrendim.

Okumayı öğrendim.
Kendime yazıyı öğrettim sonra...
Ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana...

Gitmeyi öğrendim.
Sonra dayanamayıp dönmeyi...
Daha da sonra kendime rağmen gitmeyi...

Dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yasta...
Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım.
Sonra da asil yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerektiğine vardım.

Düşünmeyi öğrendim.
Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim.
Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak düşünmek
olduğunu öğrendim.

Namusun önemini öğrendim evde...
Sonra yoksundan namus beklemenin namussuzluk olduğunu;
gerçek namusun, günah elinin altındayken, günaha el
sürmemek olduğunu öğrendim.

Gerçeği öğrendim bir gün...
Ve gerçeğin acı olduğunu...
Sonra dozunda acının, yemeğe olduğu kadar hayata da
“lezzet” kattığını öğrendim.

Her canlının ölümü tadacağını,
ama sadece bazılarının hayatı tadacağını öğrendim. ( Mevlana)


Öğreniyorum, her an yeni birşeyler öğreniyorum ben de...

Öyle ya, bu dünyaya öğrenmek için gelmedik mi?

O halde hakkını vermek, daha çok öğrenmek ve sevdiklerimizle paylaşmak lazım çünkü paylaştıkça değeri artan tek şeyin bilgi olduğunu öğrendim mesela...

Benim öğrendiklerim size öyle aman aman büyük şeyler gelmeyebilir ama bana faydası bol, getirisi fazla..

Mesela, ruhen düştüğümde, Ömer Hayyam'dan dörtlükler ve Mevlana'dan şiirler okuduğumda hemen yüksele bildiğimi öğrendim...

Çayı - kahveyi şekersiz içmeyi öğrenmiştim çok evvel ama, bir dost ile yapılan gerçek bir sohbet ile içilen çayın, kahvenin baldan tatlı olduğunu öğrendim mesela.. Sonra baktım, gerekli gereksiz ne çok insan doldurmuşum hayatıma, eleyip, gereksizleri çıkarıp hayatımdan, bana huzur ve mutluluk verebilecek, karşılıklı şakalar yapıp ağız dolusu gülebileceğim ve her konuda konuşabileceğim insanları hayatımda bırakmayı öğreniyorum yeni yeni mesela..

Sabahları evden 15 dakika daha erken çıkıp oğlumla, 10 dakika temiz havada basket oynamanın, ardından yakındaki fırından küçük poğaçalardan alıp taze meyve suyu ile 5 dakikada yeyip, onu okula, kendimi de işe bıraktığımda günümün ne kadar daha güzel geçtiğini çok yeni öğrendim mesela..

Çiçeklerimle daha çok konuşmam gerektiğini, yanlarında sık sık kahkahalar atman gerektiğini, kötü olaylardan nasıl çocuklarımın yanında bahsetmemeyi öğrendiysem, çiçeklerimin de yanında konuşmamayı öğrendim mesela..

Annemle başbaşa vakit geçirmeyeli ne uzun zaman olmuş, hep çocuklarla hep kalabalık, harala gürele geçen ortak saatler... Tamam çok eğlenceli, bol kahkahalı ama anneyle başbaşa geçirilen bir - kaç saatin ne kadar kıymetli olduğunu, anneme daha sık, yalnız da gelmem gerektiğini öğrendim mesela... Karşılıklı koltuklarda uzanıp sohbet etmek, eski dantellerini çıkarıp, acaba nasıl değerlendirsek diye "beyin fırtınası" yapmak, eskilere dalmak, biraz hüzünlenmek, bolca gülmek; bu içinde sıkıştığımız kocaman hengamede ne kadar da iyi gelirmiş insana, öğrendim mesela...

Çocukluğumdan beri sokakları çok severim. Annem bıraksa 7-24 sokakta kalabilirdim çocukluğumda. Arada bir karnım çok acıktığımda ya da susadığımda, bir de söylemesi ayıp tuvaletim geldiğinde eve girsem yeterdi ama annem öyle akşamları çıkmama izin vermezdi. Hava kararmadan evde ol derdi. Her gün eve girişimde "öffff, bu ne ya? Yine sokak köpekleri gibi kokuyorsun, çabuk banyoya..." derdi. Oysa ki kendime hiç kötü kokmazdım, bıraksa öyle kıyafetlerimle uyuyabilirdim. Zaten bütün gün oyun oynamışım, bisiklet sürmüşüm, yolun kenarındaki kaldırım taşına oturup saatlerce sohbet etmişim arkadaşlarımla. Ohhhh tüm enerjim boşalmış, mutluyum yani... Şimdi oğlum dışarda saatlerce oynayınca, eve geldiğinde gerçekten bir garip kokuyor. Annemin bahsettiği "sokak köpeği kokusu" dediği koku tam da buydu, öğrendim ki gerçekten felaket kokuyormuşum..:) Ben de oğluma "öffff bu ne ya, aynı sokak köpeği gibi kokuyorsun, hemen banyoya.." diyorum ama içimdeki ben sevinçten göbek atıyor; oğlum kesin çok eğlenmiştir, çok mutlu olmuştur, tıpkı çocukluğumdaki ben gibi. Çünkü o felaket koku, çocukluğunu yaşadığının kanıtı olduğunu öğrendim ben.

İçimdeki ben deyince, içimde ne kadar farklı benler olduğunu öğrendim mesela. Bir kendimi dinleyeyim dediğimde hepsi bir ağızdan konuştu, hiçbirini anlamadım, baş ağrısı yaptılar bende önce. Sonra kapattım kapıları bir süre. Sonra merak ettim hallerini yeniden açtım kapıyı. Çünkü insan bir kere kendi içine bakmaya başlamışsa, geri dönüşü olmuyordu bu işin, öğrenmiş oldum. Ama bu sefer hepsini bir ağızdan konuşturmama kararı aldım. Önce ben konuşacağım dedim, diğer benlere. Herkes sırayla konuşacak, süre tutacağım ben, beşer dakika vereceğim hepinize, dedim. Kabul ettiler. Dinledim hepsini. Kötümser beni hemen öne aldım, "Çıkma karşıma bu kadar sık artık, istemiyorum seni duymak!" dedim. İstemeye istemeye boynunu bükerek, en köşeye çekildi. Aslında benim de içim buruldu, ne de olsa beraber çok vakit geçirmiştik. Öğrendim ki içimdeki benleri başıboş bırakmamak lazım. Bir düzene sokmak şartmış. Şimdi diğer benlerde sıra. Yeni bir oturum yapacağım yakında, yine süreler vereceğim, kendilerini anlatmaları için. İddialıyım en sonunda bulacağım bendeki en doğru düzeni. Çünkü öğrendim ki, insanları anlayabilmek için önce kendini tanıyabilmeli, anlayabilmeli insan. Ben de kendimi öğrenmeye başlamakla başladım işe... Eeee dedim ya, öğrenmeye geldik bu dünyaya, işimiz de bu gücümüz de bu...

Daha öğrenecek ne çok şey var,
Ömrüm yetmeyecek hepsine biliyorum
Dün geçti bir şekilde,
Yarın olmasa benim için, bana ne?
O halde ne kaldı elimde?
Elimdeki kalan ile yetinmeyi,
Öğreniyorum ben, bugünümü keyifle yaşayabilmeyi..

Aşağıdaki fotoğrafa uzun uzun bakmanızı tavsiye ederim. Hangisi olmak size daha iyi gelecek, an-ı yaşayan mı an-ı izleyen mi..:)

Yıldız Küçüksu
28.03.2016 / İstanbul

(Not: Hikayelerimin, yazılarımın ve minik şiirlerimin altına ismimi yazmıyordum, baktım ki yazdıklarımın alıntı olduğu anlaşılabiliyor, yanlış anlaşılmaları ortadan kaldırmak için her yazımın altına isim ve tarih yazmam gerektiğini öğrendim mesela..:) )




Hiç yorum yok: