21 Mart 2016 Pazartesi

BİR MOLA...

"Görmüyorsa iki gözün de
Kapat onları o halde,
Aç gönül gözünü,
Belki o zaman bulursun cevabını... "

Dik bir yokuşun ortasında, omuzlarımda bol keder, gözyaşı ve çözüm bekleyen sorunlarla dolu koca bir yükle nefes nefese iken, nereden geldiğini anlamadığım bu sesle irkildim.Etrafıma bakınıyorum sesin sahibini görebilmek ümidi ile ama gördüğüm, yüklerinin altında ezilmiş, yorulmuş, umutsuzca homurdanan insanlar sadece, benim gibi yükleri ağır, benim gibi yokuşu çıkmaya çalışan. Yokuşun sonunu göremiyorum henüz ama biliyorum ki, sabredip sağ salim çıktığımda yukarıda müthiş bir ferahlık beni bekliyor olacak. Hiç dinlenmeden çıkmalıyım bu yokuşu diyorum içimden çünkü başladığım bir işi yarım bırakmak beni rahatsız ederdi hep. Ama omzumdaki giderek daha da ağırlaşıyor. Çünkü bu seferki başka. Yükün en ağırı altında, yokuşun en dik ve uzun olanındayım.

Hala sesin kaynağını arıyor gözlerim, yoksa hani şu, kul sıkışınca gelen Hızır'ın sesi miydi duyduğum? Biraz dinlenmem gerektiğine ikna ediyorum kendimi en sonunda. Kapatıyorum iki gözümü de, şimdi açılıyor gönül gözüm.

Birden çok geniş bir düzlüğün içinde buluyorum kendimi. Etrafım çiçeklerle dolu. Omuzlarımdaki yük, üç-beş adım geride bir ağacın gölgesinde beni bekliyor. Şimdilik sırtımı dönüyorum ona. Elimde minik bir sepet, beğendiğim çiçeklerden toplamışım. Bu güzel bahçeye, rengarenk çiçeklere, yüzüme vuran güneşe, üstümden geçen ılık rüzgarın nefesine bırakıyorum kendimi. Etrafta kuş cıvıltıları sadece. Bir adım atıyorum korkarak; toprak yumuşacık, annemin pamuk elleri gibi. Doğa capcanlı! Çiçeklerin arasında kendinden çıkmış otları görüyorum. Kimini biliyorum, kimi hiç görmediğim otlar. Acaba bunlardan yemek olur mu? Tatları nasıl?... Aklımda sadece buna benzer basit sorular.

Bir uğur böceği görüyorum bir adım çaprazımda, kırmızı ile kahverengi arası renkte üzerinde siyah benekleri ile. Elime alıyorum. Parmaklarımın arasında hızla dolaşıyor. O, avuç içime yöneliyor; ben avucumu kendime döndürüyorum; o, elimin üstüne geçiyor; ben elimin üstünü kendime çeviriyorum. Gözlerimi bir an ayırsam kaybedecekmişim gibi geliyor. Birden aklıma çocukluğum geliyor ve ne çok uğur böceği elime alıp uçurduğum;

- Uççç uçççççç uğur böceğimmmm, annen sana terlik papuç alacakkkkk... diyorum biraz kısık bir sesle. İkinci kez biraz daha gür bir sesle söylerken, uğur böceği sanki beni duyuyor, önce duruyor sonra kanatlarını açıp kapatıyor. Tam ben üçüncü kez, en gür sesimle şarkımı söylüyorum ki, pırrrr deyip uçuveriyor ve bir anda kayboluyor. Ben gülümsüyorum.

Yumuşak toprakta, çiçeklerin arasında yürümeye devam ettikçe damarlarımdaki kan akışının hızlandığını, gücümün yerine geldiğini hissediyorum. Bir garip huzur, enteresan bir mutluluk ama kesin bir umut doluyor içime derken, bir anda bir kedi geliyor arkamdan. Tatlı tatlı miyavlayıp, elbisemin eteklerine sürtünüyor. Bir an göz göze geliyoruz, doğru yolda olduğumuzu ima eder gibi bakıyoruz birbirimize. Parmaklarımı başının üstünden sırtına doğru gezdiriyorum. Ne yumuşak tüyleri varmış, diye geçiriyorum içimden. Sonra o, sanki yetişmesi gereken bir şey varmış gibi adımlarını hızlandırıp çiçeklerin ve otların arasında gözden kayboluyor. Ben hiç olmadığım kadar sakinim.

Derin bir nefes alıyorum ve derin bir nefes veriyorum; yükümü tekrar omuzlarıma alma vaktidir, diyorum. Bakıyorum ki, hafiflemiş, tüy gibi olmuş.

Gözlerimi açıyorum, yokuş aynı yokuş, etrafımdaki insanlar aynı; sadece bir fark var, o da ben. Devam edeceğim yokuşa bakıyorum, aslında göründüğü kadar zor değilmiş diyorum. Yanımdan bir kadın geçiyor, omuzlarındaki yükten yüzü neredeyse yere değecek. Elimi omzuna uzatıyorum, zorla diklenip bana bakıyor. Gülümsüyorum ve

- Bunu da başaracağız, merak etme, diyorum. Gözlerinde bir ışık beliriyor ve o da bana gülümsüyor.

- Çok yoruldun, kapat gözlerini ve bir mola ver kendine, diyorum. Tamam der gibi başını sallıyor ve kapatıyor gözlerini.

Aklından neler geçiyor kim bilir ama yüzündeki gülümsemesinin büyüdüğünü fark ediyorum.




Hiç yorum yok: