23 Şubat 2016 Salı

EKOLOJİK AYAK İZİM...

Çevreye karşı kendimce hep hassasiyet göstermişimdir. Özellikle denize çöp atanlara çok sinirlenirim. 4 yıl boyunca okuduğum İstanbul Üniversitesine gidiş- gelişlerde Kadıköy - Eminönü arası vapurları kullandım ve özellikle Kadıköy rıhtımdaki denizin üzerinde birikmiş çöpler, hep içimi acıtmıştır. Hep hayalim, çöpünü denize bırakan birini, itip denize atmak "çöpünüzü rahatça alabilirsiniz şimdi" demekti. Buna hiç cesaretim olmadı ama çok kişiyi uyarmıştım. Bazıları özür dileyip çöpünü yerden alıp, hemen en yakındaki çöp kutusuna atmıştı ama bazıları da yüzsüzlüğünü daha da artırarak, bana ters ters bakıp "sana ne?" bile demişti. Şimdi bile aklıma geldikçe çok kızıyorum. Bir şey yapmıyoruz çevre için bari çöpünü dışarı bırakma, çok mu zor?

"Biz doğayı atalarımızdan miras değil, çocuklarımızdan ödünç aldık" atasözümüzü duymayan yoktur sanırım. Ne anlama geldiği de gayet açık ama anlamına uygun davranıyor muyuz, işte burası gerçekten kocaman bir soru işareti.

Birey olarak benim bu dünyadaki ekolojik ayak izim nedir, diye merak ettim ve internette bunu genel hatlarıyla hesaplayan sitelerden birinde ölçtürdüm. Sonuç mu? Utanarak yazıyorum, "2,12 gezegenimiz varmış gibi yaşıyorsun ancak yalnızca bir dünyamız var". Oysaki çöplerimi ayırıp geri dönüşüme atarım ve evdeki tüm ampüller tasarruflu... Ve karbon ayak izim ise 7,51 ton olarak hesaplanmış. Yeni bir şok daha!


Nedir bu "ekolojik ayak izi" derseniz, basit bir şekilde tanımlamak gerekirse; kişilerin, toplumların ve ürünlerin tükettiği kaynakları üretmek ve yarattığı atığı bertaraf etmek için gereken biyolojik olarak verimli toprak ve su alanıdır. Hesaplama sırasında dikkate alınan bir çok bileşen var, bunlardan bazılar;

- Karbon ayak izi
- Su ayak izi
- Otlak ayak izi
- Balıkçılık sahası ayak izi
- Tarım arazisi ayak izi
- Yapılanmış alan ayak izi
(Tüm bu bileşenlerle alakalı daha detaylı bilgi için buraya tıklayınız.)

Ekolojik ayak izimi küçültebilmek adına,
          * et ya da balık tüketimimi azaltsam;
          * bazen aldığım organik yiyecekleri her zaman alabilsem ve bu ürünlerin yaşadığım bölgede üretilmiş olanlarını tercih etsem;
          * hiç kullanmadığım toplu taşıma araçlarını haftada en azından 1-2 saat kadar kullansam, kendi arabam yerine;
          * evimdeki cihazları bekleme modunda bırakmasam;
          * kışın evimin sıcaklık değerini 22 derecenin üzerinde değil de 18 - 21 derece aralığında ayarlasam;
          * önümüzdeki 1 yıl içinde hiç bir şekilde mobilya, beyaz eşya, telefon gibi cihazlardan ve herhangi bir takı almasam;
          * kişisel bakım için harcamalarımı %50 oranında kıssam; 2,12'den 1,82 tane gezegenim varmış gibi yaşarmışım ve karbon ayak izim 7,51 tondan 6,52 tona düşermiş. Ehhh işte, daha iyi bir sonuç olurdu ve sanırım bunu başarabilirim. Siz de "ekolojik ayak izi"nizi ölçmek isterseniz ve bu izinizi küçültmek adına neler yapabilirim diye merak ediyorsanız buraya tıklayabilirsiniz.

Ekolojik ayak izimi neden küçültmeliyim derseniz, nedeni çok açık aslında, son yıllarda insan olarak bizim doğal kaynakları tüketme hızımız, dünyanın kendini yenileme hızının %50 üzerine geçmiş durumda. Bu demek oluyor ki, bu hızla tüketmeye devam edersek, bir gün gelecek tüketecek doğal kaynak kalmayacak. Ağaçları keserek, denizlerdeki balıkları çoğalmalarına engel olacak şekilde daha olgunlaşmadan yakalayarak, atmosfere tutabileceğinden daha fazla karbon yükleyerek, tatlı su kaynaklarımızı sorumsuzca kullanarak ve bertaraf edebileceğimizden daha fazla atık çıkararak limitimizi çoktan aştık aslında. Artık limitleri daha fazla zorlamadan, düşürmenin yollarına bakmalıyız.



Bu amaçla, hepimizin yakından takip ettiği gibi, 30 Kasım 2015'te Türkiye'nin de aralarında bulunduğu toplam 195 ülke Birleşmiş Milletler (BM) çatısı altında Paris'te buluştu ve 2 haftanın sonunda 12 Aralık 2015'te bir anlaşma yaptı ve küresel ortalama sıcaklık artış hızının 2 °C'nin altına hatta mümkünse 1,5 °C'ye düşürülmesine karar verdi. Peki bu ne anlama geliyor? Bu sıcaklığın 1 °C yükselmesi, dünya iklim kuşaklarında görünür değişimler, 3 °C düzeyine varacak artışlar ise, kutuplardaki buzulların erimesine, denizlerin yükselmesine, göllerde kurumalara ve tarımsal kuraklığa neden olabileceği anlamına geliyormuş. Peki bu sıcaklık artış hızını nasıl azaltacaklar? tabi ki Sera Gaz Emisyonlarının Azaltımı ile yani Karbon Ayak İzimizin küçültülmesi ile.

Bu anlaşma henüz hukuken bağlayıcı değil, bunun için Nisan 2016'da tam 1 yıl sürecek imza süreci var ve toplam sera gazı emisyonlarının %55'ini oluşturan en az 55 ülkenin onaylaması gerekiyormuş. Ama herkesin ortak düşüncesi artık bu noktadan sonra geri dönüşün olamayacağı yönünde. Artık herkes, atacağı adımlarda iklim etkisini ister istemez dikkate almak zorunda kalacak. Bu tür adımları atmayanlara yeni düzenlemelerle cezalar gelecek (karbon cezası gibi), dahası tüm dünyada böyle bir dönüşüm yaşanacağı için kirli teknolojilerle üretim yapan işletmelerin mallarını satacak pazar bulamamaları riski bile söz konusu olacak.Tabi tüm bu gelişmeleri 1-2 yıl içinde beklemek imkansız. Sonuçları muhtemelen yıllar sonra alınacak. Belki de hedeflenen düzeye geldiğimizi görmek bize nasip olmayacak ama gelecek nesiller için çok faydalı olacağı şüphesiz.

Aşağıdaki tabloda ülkelerin ekolojik ayak izlerinin durumunu görebilirsiniz. Ülkemiz de ne yazık ki ekolojik borçlu durumunda...


Fosil yakıtların yani petrol, kömür ve doğalgaz kullanımının artmasıyla, karbon 1961'de toplam Ayak İzimizin %36'sı iken 2010'da bu oran %53'e çıkmış.

Mevcut enerji üretim sistemlerinin çevresel etkileri ile alakalı Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığın yayınladığı aşağıdaki tablo herşeyi kısa ve net bir şekilde açıklıyor aslında;

İklim Değişikliği
Asit Yağmurları
Su Kirliliği
Toprak Kirliliği
Gürültü
Radyasyon
Petrol
X
X
X
X
X
-
Kömür
X
X
X
X
X
X
Doğalgaz
X
X
X
-
X
-
Nükleer
-
-
X
X
-
X
Hidrolik
X
-
X
X
-
-
Rüzgar
-
-
-
-
X
-
Güneş
-
-
-
-
-
-
Jeotermal
-
-
X
X
-
-

Tabloda da görüleceği gibi en temiz enerji Güneş Enerjisi ve ikinci sırada Rüzgar Enerjisi geliyor. Beni şaşırtan doğalgazın düşündüğüm kadar masum olmaması.

Yapılan araştırmalar şimdiden 15 yıl sonra en ucuz enerji kaynağının Yenilenebilir Enerji'lerden olan Güneş Enerjisi olacağını öngörüyormuş. Bu konuda Hindistan ve Fransa'nın başını çektiği 120 ülke tarafından kurulan "Uluslararası Güneş Enerjisi İttifakı" ile güneş enerjisinden 100 terravatlık bir elektrik üretme kapasitesine ulaşılması hedefleniyormuş.

Biliyor musunuz, yeryüzüne her sene düşen güneş ışının enerjisi, yeryüzünde şimdiye kadar belirlenmiş olan fosil yakıt haznelerinin yaklaşık 160 katı olduğunu ya da yeryüzünde fosil, nükleer ve hidroelektirk tesislerinin bir yılda üreteceğinden 15.000 kat kadar daha fazla olduğunu? Bu muazzam enerji kaynağını, kullanılabilir bir enerji türüne dönüştürmek adına ülkemiz şanslı ülkelerden. Mesela önceden Türkiye'nin tahıl ambarı olarak ifade ettiğimiz Konya, ülkemizin "Enerji Ambarı" haline dönüştürülebilir.


Ancak ne yazık ki ülkemiz bu potansiyelini tam kullanamıyor.


Ülkemizin karbon salımının 2/3'nü enerji kaynaklı imiş. Dolayısıyla yenilenebilir yeşil enerji kaynaklarının kullanımının artırılması ile hem karbon salınımı hem de enerjide dışa bağımlılığımız azalmış, üstelik yeni yatırım alanları ve fırsatlarını beraberinde getirmiş olacaktır.  

Yapılması gereken çok şey, gidilmesi gereken çok yol var. Bana ne? Ben mi kirlettim sanki, ben mi temizleyeyim? Ben mi kurtaracağım dünyayı? gibi klişe düşüncelerden uzak durup, bir damla bile olsa, katkı sağlayabilmeli insan olan insan. İşte birkaç öneri;

- Yenilenebilir yeşil enerji projelerine destek vermek, yeşil enerjiyi ile ilgili yeni politikaları siyasilerden talep etmek

- Standart ampulü, tasarruf ampulü ile değiştirmek, yılda 75 kg karbondioksit tasarrufu sağlıyormuş

- Daha az araba kullanmak. Daha sık yürüyüp, bisiklet kullanmak ve toplu taşıma araçlarından daha çok faydalanmak. Araba kullanılmayan her 2 kilometre için 0,75 kg karbondioksit tasarruf edilebilirmiş 
ve sağlanacak her 4 litre benzin tasarrufu 10 kg karbondioksiti atmosferden uzak tutabilir.

- Geri dönüşüme katkıda bulunmak. Evlerden çıkan çöplerin sadece yarısını geri dönüştürerek yılda 1200 kg karbondioksit tasarrufu sağlanabilirmiş.

- Daha az sıcak su kullanmak. Suyu ısıtmak için çok fazla enerji kullanmak gerekiyor. Daha az su tüketen bir duş başlığı ile 175 kg, giysileri soğuk su ya da ılık suda yıkayarak da 250 kg karbondioksit tasarrufu yapılabilir.

- Ambalajları fazla olan ürünlerden kaçınmak. Çöpü yüzde 10 oranında azaltarak yılda 600 kg karbondioksit tasarrufu yapılabilirmiş. Aklıma doğum günlerinde özellikle çocuklara alınan hediyelerde, yaptığımız müthiş bir paket ziyanı geldi. Alınan hediyenin zaten bir torbası oluyor ve o torbadan hiç çıkmıyor. Çocuk ya da annesi hediyeyi açacağı zaman torbasından çıkartıyor ve paketi yırtıyor ve çöpe atıyor. O paket, ne gereksiz değil mi aslında? Çıkan çöpü geri dönüşüme atarım, diye düşünüyorum böylece hammaddesini dönüşüme eklemiş olurum ama saniyelik bir görüntü için o paket için harcanan elektrik, su ve iş gücünü dönüştürme şansım hiç olmayacak.

- Isınma sistemleri; Isıtıcı ayarını kışın 2 derece aşağıda, yazın 2 derece yukarıda tutmak yılda 1000 kg karbondioksit tasarrufu sağlayabiliyormuş.

- Elektronik cihazları tamamen kapatmak. Evde ortalama 8 saat stand by konumunda bırakılan TV, DVD, müzik seti gibi elektronik cihazlar, yılda 450 kg karbon gazının atmosfere yayılması anlamına geliryormuş.

- Her yıl en azından bir ağaç dikmek ya da en azından mevcut ağaçların kesilmesine engel olmak. Bir ağaç ömrü boyunca 1 ton karbondioksit emmekteymiş.


- Arabamızı paylaşmak, işe giderken ya da seyahate kendi arabanızla çıkmadan önce, arabamızı ve masraflarımızı paylaşabileceğiniz birilerini bulabiliriz. 

Yukarıdaki her bir madde, para tasarrufu için değil. Kazancımız çok olur, tasarrufu aklımıza bile getirmek istemeyebiliriz. Ancak burada paradan çok daha kıymetli, parayla satın alamayacağımız bir konu için, dünyamızın geleceği için, çocuklarımızın emaneti için yola çıkmalıyız. Dünyamızın geleceği bizim elimizde, geleceğe ihanet etmeyelim...


Hiç yorum yok: